1 Aralık 2024 Pazar

AİLE’de YAPILAR, DENEYİMLER ve SİSTEMLER-2- Uzman Psikolog Serhat ÖZMEN







AİLE’de YAPILAR, DENEYİMLER ve SİSTEMLER-2-
Uzman Psikolog Serhat ÖZMEN

Görünmeyen Dalaş -Beklenti Alanı


  Ailelerin çoğu hızlı gelişen dünyada parçalanacaklarına inanmaktadır. Vaadini yerine getiren bir evlilikte insanlar korkmaya başlar. Aile, sadece çocukların yetiştiği bir alan değildir; evlilik, çok android bir alandır. Korku, özlem, macera, yenilik, gelenekselcilik ve şüphesiz hepsinin de ağabeyi sayılan beklenti alanıdır. Lacan, arzu kavramına çok önem vermiştir. Arzu ve eksikliği öznenin oluşmasında temel bir yerde işlemiştir. Beklenti, istek, talep ve alım; ilişkilerin damarlarında dolanır. Bunlar Öteki’ne bir tebliğdir. ‘Beklentisizlik hastalığı’, ihmal ve istismarı geliştirir.  Öteki’nden talepler olmadıkça evlilik içinde gelişim olmaz. Ötekinin talebine uymadıkça da aç kalan birey, kendi küçük konumunu dondurmak zorunda kalır. Almak da vermek de ilişkinin içinde yer alır. Oranlar, çok fazla kalp ve tansiyon cihazlarına benzeyen seviyelerde olmadıkça, sorun yoktur. Bir bakıma, beklenti hem beklenen hem de bekleyen açısından bir güç ve test alanıdır. ‘Ben ondan ne isteyebilirim?’ bu, tüm ilişkilerin içindeki soru işaretidir. ‘Beklentimi karşılamayıp beni aç bırakan bu kişi, acaba hangi alanlarda daha fazla yüz üstü bırakabilir?’. Güncel söylemde beklentilerin arkasında hayal kırıklığından çok test imkanı ve düşlemler yer almaktadır. Düşlem bu noktada asıl açığı kapatan fondöten gibidir. 


  Çiftlerin birbirine olan beklentileri bazen ulaşılamaz derecede tatminsizdir. Beklentilerin gerçekleşmediği yerde korku ve panik yer alır. Özellikle orta yaş çiftlerinde her daim evliliğin amacı, içeriği ve diğer evliliklerle kıyaslanması bu sebepledir. Bu yaştaki aldatmalar daha fazladır. Çiftlerin beklentilerini iki bölüme ayırdığımızda daha net anlaşılabilir: Yapısal beklentiler, soyut beklentiler. Yapısal beklentiler bir roldür, bir görevdir, bu rol ve görevin içinde de genelde evrensel kurallar vardır. Örn: Doğum sırasında erkeğin kadının yanında olmaması evrensel olarak kadınlar için büyük bir sorgulama problemidir. Soyut beklentiler ise, daha karmaşıktır. Soyut beklentiler, ciddi bir duygu ve birey-aile okuryazarlığı gerektirmektedir. ‘Beni anlamıyor’ miti bir miktar da buradan gelmektedir. İnsanların birbirini anlamaları yerine ilişkilerini anlamaları gerekmektedir. Fakat şunu ifade etmekte fayda var ki, yapısal sorumlulukları alamayan çiftlerden biri aile içinde her zaman semptoma (probleme, yakınmaya) yol açar. Bir kişinin çift olabilme kabiliyeti, o kişinin sorumluluk skalasına bağlıdır. İlerlemek isteyen her ailenin pedala bir miktar da olsa kuvvet verecek ebeveynlere ihtiyacı vardır. Yapısal ihtiyaçların daha fazla tartışıldığı günümüzde, acısını çocukların oyun bağımlılığı ve hiperaktivite bozukluğu evlatlarıyla gezinmek zorunda kalan ebeveynleri çeker. Ailede her tür durum, sorumluluklar halkasından geçer, aralıkları, sınırları ve eşikleri farklı olsada, bu her ailede tencerenin varlığı kadar, somutta oradadır.  Bu kuralların çoğu evlenmeden önce ciddi kontrollerden geçer. Geçmek mecburiyetindedir. Çünkü sorumluluklarının yelpazesi düşünüldüğünde farklı ihtimallere de ayrılabilecek güçlerin de sınırlı olduğu görülecektir. 

Yapısal roller sağlama alınmadıkça ev-liliğe sıcak bakmak da, evliliğe ısrar etmekte manasızdır. Çünkü sadece rastlantısallık ve duygusallıkla bağlantılı başlanan evliliklerde içe bükülme, yarılma ve araların açılması söz konusudur. 


Bağlar ve bağlantılar

  Evlilik, bir bağlantı hadisesidir. Nereden başladığı ve nerede son bulacağı bilinmeyen bir yumakta kendini tanımlamanın zorluğu, çiftler için bir boşluğun konumudur. Bağlantılar ve geçmişler yumağı olan evliliklerin çoğunda, çiftler birbirine alacası bulacasına kördür. Birbirini bulduğu düşünen iki insan neden çok kısa süre sonra ayrı dünyaların insanları olduğuna inanır? Modern çağda,  evlilik etiğinden sabır, istikrar, sürdürtme, yuvayı devam ettirme vb.  adlı sayfaların yaprakları yırtılmak üzeredir. Çünkü insanların ‘duygu narsisizmi’ yaşadığı bu dünyada geleceğe yer yok, daha geçmişe bir tatmin bulmak vardır. Bu açıdan insan hiç bir zaman ‘kimsenin baskısı altında kalmadan’ evlenemez. O, herkesin önünde, herkesin huzurunda ve herkesin de biraz gönlü olsun istediği düzende ‘protokol’ halkalarından geçerek evlenir. Byung-Chul Han, ‘Güzel Kokulu Zaman Kristali’nde zaman kavramını şu şekilde tartışmıştır: “Varlığa daha derin bir bakış atmak, her şeyin birbiriyle daha bağlantılı olduğunu, en ufak şeylerin bile dünyanın bütünüyle iletişim halinde olduğunu gösterecektir. Ama acelecilik çağında algıyı derinleştirmeye gerek yoktur.” der. Dolayısıyla etkileşimler kısa sürede oluşmaz, uzun ve görünmez bir maziye sahiptir. Ev içi davranış modelleri evin davranışsal hukuku, aile içi sistemi ve sınırlarıyla ilişkilidir. Çift olmaz zekası düşük olan ailelerde çocuklar dağınık, tutarsız ve dışa bağımlıdır.

  Evlilikler ve cinsellikler çok daha geniş bir arka plana kadar uzanır. Ailedeki en mahrem olarak düşünülen şey aslında dedelerimizin, anne-annelerimizin, büyük babalarımızın, büyük annelerimizin, ebeveynlerimizin eline tutuşturulan örtük bir mektup gibi bize de aktarılır. Özellikle genel olarak evlilik empozasyonlarımızın (empoze edili olan) çoğu bilgi, geçmiş çekirdeğin kanıtıdır. İnsanlardan geçmişi kapma-taşıma özelliği, derin bir şekliyle işlenmektedir. En bariz örneği ataların isimlerini çocuklara koyma öbür uçta da seksi algılama biçiminize kadar uzanan bir skaladır. Hiç bir aile tam olarak modern bir aile olarak modern bir aile olarak nitelendirilemez. Seks sırasında tavandan, kapıdan ve pencereden fırlayıp gelen hayaller hep ebeveynlerimizin hayalleridir. Saf haldeki küçük bir davranış kesidini ele alan her uzman bilir ki, bu davranışın bir belgefilmi vardır, bu davranışın mazisi, gövdelere, köklere, kılcallara kadar uzanan karşıtlıklardan ve özdeşimlerden gelir. Sadece cinciler ve büyücüler geçmişi çağırmazlar aynı zamanda terapistler de geçmişi araştırır bulurlar. Şimdinin davranışının kökenleri çoğu zaman yarım asır önceye dayanır. Atalarımızın öyküsünü, yaşamaktan tatmin olan bir tarafımız evin bilinçaltında saklı durur. Evin altında bir 'yatır' varmış inancı da muhtemelen bilinçdışı bir söylemdir. Her evin altında bir geçmişe uzanan bir davranışlar 'yatır'-ımı vardır.


Ataların ve yeni kültürün dişlerinin arasında :Göç

  Geçmişi atalar, geleceği de arzular ve idallerin belirlediği bir yerden geçersek, göçün zorunluluğa dönüşen kültürünü daha iyi kavramamız gerekecektir. Göçün içeriği eğer ki ‘tatillik’ bir alanı kapsamıyorsa, göçün doğası her daim zorludur.  Göçmen’in hayatı iki defa ikiye bölünür. Özne’yi ikiye bölen yabancı dil ve yabancı kültürle buluşmadır, ki, bu bir kelimesizlik alanı doğurur. İkinci alan da sosyal yabancılıktır ki, yerlilerin keyfiyetine de kalan bir yanı vardır. Göçmenler yaşadıkları toplumda hem devlet ve yasalarına uyum sağlamak zorunluluğu hem de kendi kült’lerini yaşama onuruyla cebelleşmektedir.  Bunun en büyük verisi ergenliklerdir. 

'Göç ettim ben, yalnız bir kuytudan yol aldım, kaldığım yer her zaman Bir önceki toprağın özlemiyle Bir sonraki diyara hasret' . İbrahim Tenekeci’de durumu daha öz betimlemiştir. 


  Lacan, öznenin oluşumunun sosyal bağlamdan bağımsız olamayacağını belirtir. Göçmenler de, yeni bir toplumda bu sosyal bağlamda kendi yerlerini bulmaya çalışırken sürekli bir kimlik çatışması yaşayabilirler. Lacan, "Büyük Öteki" kavramı ile toplumsal düzenin bireyi nasıl şekillendirdiğine dair bir çerçeve sunar. Göçmenler, yaşadıkları toplumda "Büyük Öteki"in taleplerine karşı hem bir uyum süreci içinde hem de dışlanmışlık hissiyle bir denge kurmaya çalışırlar. Bu, Lacan’ın "Büyük Öteki"in baskısını ve öznenin o baskı altında nasıl şekillendiğini anlattığı teorilerle örtüşür. Hemen hemen her göçün sonunda ‘dışlanmış özne’ ve ‘içe alınmamış’ öznenin kaderini bir kuşak yaşamak zorunda kalır.

  Göçmenlik, bazen göçmenin kendi arzularını ve kimliğini yeniden anlamlandırmasına yol açarken, bazen de toplumsal ve kültürel engeller nedeniyle bu arzuların sınırlanması ile karşılaşabilir. Göçmen aileler, yer değiştirme sürecinde farklı psikolojik zorluklarla karşılaşabilirler. Aile üyeleri arasında farklı uyum süreçleri ve kültürel farklar, aile içi ilişkileri etkileyebilir.  Araştırmalar, özellikle çocukların göç sürecindeki adaptasyonlarını ve ebeveynlerin bu süreçteki rollerini vurgular.

  Göçmen ailelerde, ebeveynlerin yaşadığı kültürel şok ve uyum problemleri, çocuklar üzerinde de etki yapabilir.  Finansal rahatlığa geçiş dönemine değin, aile dinamiklerinin ihmali de ayrı bir konudur. Çocuklar, iki kültür arasında farklı değerlerle büyüyebilir ve kimliklerini bulmakta zorlanabilirler. Aile içindeki bu uyumsuzluk, aile üyeleri arasında gerilimlere yol açabilir. Pek çok göçmen psikolojik olarak nasıl yara aldıklarını bilecek bir pusulayla yola çıkmaz. Yolculuk biter, yerleşilir, yıpranılır, sonra bir şeyler ters gitti algısı hissedilir. Bu biyolojik survability'nin, önceliğin temel ihtiyaçlara verildiğine dair bir hiyerarşidir. Önce hayatta kal, hayata tutun, ailen hayata tutunsun ardından psikolojik durumuna bakarsın..

Bu tür mesajlar aynı zamanda öznenin kendini yatıştırma ve ailesini önde tutma ideolojisiyle de eşleniktir.

    Göçmenlikte öteki olmanın da hiyerarşik olarak kabul görme süreçleri de mevcuttur. Çocuk olmak, gebe olmak, farklı cinsel yönelimlere sahip olmak, dil bilgisine zayıf kalmak, ten rengi, madde kullanmak, siyasi sürgünde olmak, mali durumlar gibi komponentler ezme-ezilme ilişkisine dair bir hiyerarşiyi de içerir.  'Uyum' insani bir kavram gibi görünürken, asimilasyon ise zorunlu bir politika ışığında esasında sosyolojik bir ihmaldir.  Bir çok göçmeni en çok acıtan şey hala kendi ülkelerinde ki sürüp giden üzücü düzendir.

‘Köklerim yerden koparılmadıkça 

Toprağımda yorgun, suskun bir rüzgar olurum

Göç, varlıkla yokluğun arasında bir iz bırakarak 

Bir çakıl taşı gibi düşer yüreğime…” F.H. Dağlarca

Kadim Roller ve Yeni Çocuklar ve Yeni Ergenlikler

  Modern çağda çalışmanın mutlaklık kazanması, çiftlerin ev içi rollerinde çok katmanlı yırtılmalara yol açmıştır.  Biz sanayileşmemiş ve tarımı da artık yapamayan orta sıralarda bir ülkeyiz. Ne kent’e sığabiliyor, ne de köyde sebat edebiliyoruz.
    Çocuk bakımı hiç bu kadar enteresan hale gelmemiştir. Palyatif toplumda çocuk bakmak için birçok meslek var artık; çocuğun sabır ve sebatı için, öğretmenler, kolejler, oyun ablası, oyun terapistleri, kurs hocaları, ödev hocaları, evcil hayvanlar  vb birçok açıdan çocuğu kuşatır. Kısacası bundan 30 yıl önce köyde bir çubuk bir çamurun görevini burda bir düzineye yakın meslek, sanal yoldan vermek zorunda kalmaktadır.

    Ailesel yapıda her zaman yeni bağlantılar kurmak, ilerlemek, eksiklik çekmeden yaşayabilme kodları, ailenin önemli nefes alma organlarıdır. Yeni ve modern ailede kadın hakları sorununun çözülmemesi ve modern teorilerin işlerlik kazanmaması ciddi sorunlar yaratmaktadır. Teorideki arzu ile psikopolitik ülke stilleri arasındaki uyuşmazlıkta, ağızda parçalanan ‘kadın’ ve ‘kadın hakları’ ve ‘kadınlık’ olmuştur. Ekonomik enflasyonun olduğu ülkelerde hane halkından ne kadar kişi çalışırsa o kadar çok kendini rahat hisseden bir kaygı düzlemi olur. Ailenin iktisadi problemleri, her zaman önemli bir plandadır. İktisatsızlık veya plansızlık, bir belirsizlikler ve ketlenmeler alanıdır. Çiftlerin boşanma avukatlarından son dakika beklediği performanstan bunu anlamak daha kolay olacaktır. 

    Ergenlik artık sadece yılları değil, dönemleri ile beraber anılmaktadır. Sosyal içeriklerden de anlıyoruz ki ergenliğinde kendi içinde tutarlı bir söylem, sahnelenme, teşhir edilme ve özgürlük arzuları mevcuttur. Ergenlerle çalışırken hep aynı soruyla başlarım. Ekran süren ne kadar. Bu bana genel patoloji kadar aile sistemi veya çevresel sitemle ilgili mütemadiyen bilgi verir.  Ergen’lerin çok büyük kısmı 8+ saat ekran bağımlılığı mevcuttur. Bu iletişim dünyasını kontrolsüzce evlere sokmak yeni dünyanın maalesef ki yeni kuralı. Ergenlerin, kimlikleşme süresinde artık özdeşim kuracağı özneler dayı, teyze, amca  veya komşu değil; karakterler, tiktokerler, hologramlar, animasyonlardır. Onları da bu şekil bir İOS dönemi beklemektedir. Buna ne engel olunabilir, ne de seyirci kalınabilir. 


Aileyi Araştırmak :Anti-rutin

  Modern dünyada  aile, bir avm ye çevrilmek isteniyor.  İçinde her şeyin olduğu ve her şeyin bölümlere ayrıldığı, çoğunun bize ait olmadığı ama bir anlık sahip olabileceğimizi düşündüğümüz, biçimi olamayan, ihtiyacımız olmayan şeylere çok fazla hasret duyduğumuz bir yere dönüşmektedir. Aile üzerind ebüyük semboller, rutinlerin kazanımlarını hesaba katmadan devam ediliyor. Bana göre aile…. bize göre aile kavramına dönüşmemektedir. 

    Ailenin gerçek yanlarını anlamak için öncelikle çağın krizlerine de yer vermek gerekecektir. Tamamen evlilikle farklı bağlar kurmak isteyen, yeni bir inşa yapabileceğine inananlar tamamen korku ve kaygılarının, rutinlerin hikmetine inanmak istemeyenler yeni dünyanın arzularını istemektedir. Bu çok büyük ve keyifli oyun, kişinin eve girmesini engellemektedir. Evlilikte roller, yapılar, sistemler ve aralıklarda her zaman ortaya çıkıp kaybolan ve ortalığı ketleyen parametrelere bakmak gerekecektir.

    Hatırda tutulmalı ki, evlilikleri daha da fazla kriz beklemektedir. “Bir gün elbet herkes boşanacaktır” sözünü daha çok duymaktayız. Birey, aile veya toplum  hangisine bakarsanız bakın, hepsi de kendi dışındaki ve kendi içindeki dinamikler eşelenerek ancak büyük bir kısmı anlaşılabilir.  Evliliğin kendisi bir krize çözüm olarak kurulurken, kendisi de krize girmektedir. Sistemler, yapılar ve bağlantılar aileyi anlamamızın yeni yollarından biridir.  



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Bir Psikologun Yas Günleri-2015

Bir psikologun yas günleri (1) –  Serhat Özmen 10 Kasım 2015 13:27 Öfkelenmeyen, acımayan, ağlamayan psikolog olmak için ülken fazla hüzünlü...