30 Eylül 2024 Pazartesi

Aile Terapisi Üzerine Betimleyici Notlar



Önce Yasak


Ailenin hukuki ve psikolojik temeli ensest yasağına dayanır.  Bu  anneyle ve babayla sağlıklı cinsel, duygusal ve ruhsal ayrımı işaret eder. Her toplumda buna uygun tabular vardır. Araştırmacılar bunun sebebini üç kategoride tartışmışlardır: içgüdüsel kaçınma, biyolojik yozlaşma, soy tükenme korkusu, aile içi bağlar ve kültürlenmeye negatif etki, bu modern ailenin doğuşuna kadar devam eden bir ilişkilenim şeklidir.  Aile içinde sözel ve sözel-dışı alanlara kadar yansır.  Tabu yoksa, yasak yoksa, yasa yoksa aile de yoktur. Adalet’in temeli eksiltmek üzeirne 


Neden bu tabu vardır?


İçgüdüsel kaçınma, tiksinme ve uzaklaşma tezine diğer primatlardan kanıt bulunamazken, aynı kardeş veya yakın evlilikleri ileri soyların biyolojik çevikliğini ve başetme unsurlarını zora soktuğundan dolayı bu tabu yasaklanmış olabilir.Örnek: Habil ve kabil olayında ki çatışmanın, biyolojik okunması gibi.  Dışardan evlenmek, biyolojiden çok kültürel bir değeri ifade eder: Dış toplulukla evlenmenin avantajları, getirileri ve yeniliklerine dayanan geniş bir yayılma sağlamaktadır. Malinowski’nin araştırmasına göre ise aile içi sevgi, sadakat, güven gibi duyguların garantörü ensest yasağıdır.

Tabusal esneklikler

Bir çok toplulukta kuzenlerle(babanın kardeşinin çocukları) ile evlenmek de tabu iken, bazı topluluklarda bu tabu yoktur. İnsanların evliliklerden anladığı şeyler farklı olsa da evrensel simgeleştirmeler bir çok evliliği aynı noktada toplar, evlilik kültürel simgeselleşmenin ve kültürel ifade etmenin yerel ifadesi gibidir. Bu kültürel, biyolojik ve ilerleyici varlık-yoklukların taşıyıcısı çiftlerdir. Postmodern dünyada çok çeşitli evlilik desenleri görmek olasıdır, ama ortak simgesel yapılar hala canlılılığını korumaktadır. Çiftler evlilikleriyle bir ayrışmaya kalkışır; tersi otobanla toplumla birleşmeye çalışır. Aileden ve kök aileden ayrışma görevinin yanında, toplumsal değerlerle buluşma arzusu da çiftin bir ödevi olarak durur. Her evlilik gruplar arası bir iletişim, komünikasyon ve mübadele gerektirir. Evlilikler sayesinde alınıp verilen her türlü somut ve soyut değer (olmayanlar veya eksikler de dahil) evliliğin de kendi içinde kültüre dönüştüğünü ve başka alanlara da yöneldiği ne de işaret eder. Hiç bir evlilik sadece evde duracak kadar, sabit değildir. 


Genç kuşak  eskiden yapılan evlilikleri beğenmediğinden farklı evlilikler planlamak istemektedirler. Ebeveynlerinden farklı bir yol izlemektedirler.


Bir çok genç  çift çaresizce evliliğin kişisel bir olgu olarak ele alınabileceğine inanmaktadır. ‘Sonuçta o odada tek başımıza biz kalacağız.’ Söylemi kendi içinde hatalıdır.  Daha önce kök ailelerde görülen  enfeksiyonlar, açık yaralar, aileden kalan fıtıkların karşısında baş edemeyen çiftler, birbirine sarılarak çözme gereksinimi duymaktadır. Post modern toplum ile gelenekçi ailelerin çatışmaları özel de  özgürlük alanına;  genelde ise toplumsal tepkiye denk gelebilir. Yeni alternatif aile şekilleri doğmakta, bağımsız sistemler kurulmakta bazıları deneme sürecinde kalmaktadır.
Çiftlerden birinin isteği genel destek görmeyince, sistem bazen ne kadar olumsuz etkilendiğinin farkına varamıyor.Bu ailenin altını içten içe oyan arzu denklemleri çiftlerin anksiyetesine dönüşmektedir.Bu anxiyete belli bir yerde travmatik bir hesaplaşmaya dnüşecektir.
Örneğin: Tayinini eveleneceği yere almak istemeyen Öğretmen Aryen’in tayini alınırsa, bu Aryen’in bu arzusu, ilerde belli kaosun karşılanmaması ve bu durumun juisange(haz-acı) ndan hastalık kapmasına yol açar. Bu da bazı kalıpların tekrarlanmasıyla oluşan çift çaresizliğine kaynak yapacaktır. Buradaki arzu-bedel ikilisinden bir semptom, bir enfeksiyon doğacak, sıralı sırasız arzuların bununla beraber okunması söz konusudur. 


Aile İçinde Güç Dengeleri

Ailedeki insanların gücü, etrafında birleşmiş olan bağımlı kişilerin gücüne bağlıdır. Güç burda sadece bir kişinin değil, ilişkiye benzin akıtan, depo anlamında da , sosyal pil görevi görmektedir.Güçler arası geçişler aile içindeki hiyerarşinin esnekliğini- katılığını-cıvıklığını belirler. Ailede güçler ne kadar birbirine yakınsa demokratik yaklaşımlarda o denli hayata geçer. Aile üyeleri arasındaki güçsüzlükler, kümeleşme; gruplaşma ve şizm’e yol açacaktır. Aile içi gücün meşru mu yoksa gayrı meşru bir kaynaktan geldiği de ayrıca bir konudur. Bazen ailedeki en yoksun kişisi ailenin en iyi kaynaklarından faydalanabilir.Dolayısıyla güç zayıfın kontrolünde de kalabilir. 
Örneğin: Bedensel engelli Rıfat,  ailenin gözdesidir. Finansal, hukuki ve duygusal kaynakların yöneldiği bir cazibe alanıdır. 


İletişim,  yetersiz bir kavramdır.

 

Bir çok insan konuşmayı iletişim zaneder.

İletişimi,  diyalog gibi kavrandığından dolayı- çok konuşmanın, beraber konuşabilmenin bir çözüm yolu olduğunu  düşünülmektedir. İletişim kavramı bazı araştırmacılar tarafından yetersiz bulunmuştur . Güzel güzel konuşmak: Yanlış yanlış anlaşılmayı engellemez.
İletişimi de içine alan, bağlam, emosyonel duruş, tarih ve atmosfer verecek şekilde kominikasyon kavramı daha işlevsel olarak önerilmiştir. . .

Çiftlerin çoğu konuşmayı diyalog, dertleşmeyi problem çözüm olarak algılamaktadır. Bir gece yarısında yemek masasında yapılan konuşmanın çoğu kere anlamsız olduğu görülmüşür. Konuşmanın kendi içinde ‘otokratik’ yanı vardır.  Arada kaçan ara mesajlar, kinaye ve yer değiştirmelerin olduğu bir yerde diyalog mümkün değildir. Öznellikler arası diyalog, iletişimi aşan bir iş tutma biçimine dönüşür. Evin davasına dönüşür. Empati, iletişim ve diyalog kaçınılmazdır. 


Aile üyeleri, güzel konuşmanın yapıldığından neredeyse emindir; fakat kişiler arası ilişkiler otoban geçişli olmadığından ‘iki kafa arasında dünyanın en uzak mesafesini’ de içermektedir. İki kişinin mesaj iletimi veya sözcük fırlatımı arasında ; kültür dediğimiz hadise yerini korur. A—-------B arasında duran boşlukta Öteki’nin kültür, sağduyu ve korkuları, arka planda şahtır. Kültürüstü iletişimler mümkün değildir denemez -Örn: Tery Eagleton kritikleri- ama iki kişinin olduğu yer tam da akışkan ve katılığıyla beraber orda kuran, üreten ve yaratan anlamında ‘kültür anımsama’ özelliğiyle onlinedir.  İntersubjektivite ve algınında eşlikçisi olduğu durumlarda, dile gelenelr yetersizdir. İster A, B ister A-B arasındaki asma köprüler olsun, simgesel anlam sistemlerini kavrar ve içine gömük biçimde çalışır.

Örneğin: A’nın B’ eşine: Bu haftasonu annenlerin bize gelmesi uygun değil, diyor olması. İçinde kültürel, subkültürel, öznellik ve kişiler arası terimleri içeren bir ‘arzu’dur. Arzu’nun doğasında neye denk gelmişliği, kendisinin zorluklarıyla mümkündür.
İletişim iki kişiye dair basit bir terimdir, kominikasyon ven şemasının en kapasayıcı halkasıdır. Bu halkanın nerden başlayıp bittiği de bilinmez. 



Sınırlar hiç bu kadar gündem olmamıştı.

1900’lü yılların başına kadar pasaportların çok az önemi vardı. Savaşın ve madeni kaynakların bilinmesi sayesinde sınırlar daha önem kazanmaktadır. Çit, duvar, tel; uzaydan izleme, insan ısısıyla tespit, askeri dürbünler… İlk çit, modern devletlerin kurulmasına önayak olduğuna dair antropolojik verilerde vardır. 

İnsanlar büyük savaşlardan sonra sınırlarını korumaya daha çok önem vermektedir. Sınırları aşırı ihmale açmak iç ülkeyi bunalttığı gibi, tamamen kapatmak da ötekilere yabancılaştırır. Öteki’ne , komşuya her zaman ihtiyaç vardır. İç dünyaya da, ruhsallığa da her zaman yer olmalıdır.  Bu organel geçişli bir sistem gibi kurgulanmıştır.  Vitaminlerin alınıp verildiği, DNA ve RNA’nın korunduğu diğer hücrelerle bağların genişlediği bir ağdır. Geçiş özellikleri öznelerarası- topluluklar arası, siyasetler arası ve coğrafyalar arası olabilir. 


İçiçe geçmişlik, işlevselliği azaltır ve semptom üretir. Örnek: Ahmet 42 yıldır evlenmiyor ve annesine bakıyor. Ayşe, annesinden kopamayıp şehir dışına üniversiteye gidemiyor.

Ayrıklık, bir sorundur ki, katılık ve bağımsızlık getirmektedir. Örnek: 15 yıldır birbiriyle vakit geçirmeyen kardeş eşleri, birbirine yabancılaşır. 

Birliktelik, Ortak amaçta birleşenlerin diğer üyelerin başka üyeyi dışta bırakması gibidir. Üçgenleşme aile içinde adalet duygularına ve rövanşizme yol açmaktadır. 

Örneğin: Birbiriyle koalisyon olan 2 kardeşin diğerini dışarda bırakması, veya ebeveyniyle bir olup başka bir çocuğu dışarda bırakması. Uç örnek: Anne ve babanın bir olup, çocuklarını dışarıda bırakması.

Güç, Üyelerin birbirini etkilemedeki payesidir. Güçsüzün korunmasını , güçlüye yaklaşım modelini içerir. 


                                                   Serhat Özmen

RUHSAL TRAVMANIN ALACAKARANLIĞINDA ZİHİN:DİSSOSYATİF KİMLİK BOZUKLUĞU-1




Travma


Bir insanın en çaresiz hissettiği anlarından birisi de travmalardır. Travmatik mekan-zaman içine hapsolan tacizkar acı,  kişiye güçsüzlük duygusunu pompalar. Bu süreç sadece döngüsel değil aynı zamanda bitimsizdir de. Kayda alınan kötü bir film gibi, zihnin içinde daimi oynar. Zihin çoğu zaman bu kötü kaydın kuklası gibidir. Bu açıdan travma zaman ve mekan bilincinden ayrılır, travma zaman ve mekan eş-bilincini de ayırır. Tıpkı beden ve zihin arasındaki uyumu bozması gibi. Travmatik anı acı çeker: Bir ayağı zaman,  diğer ayağı mekan olan kapana sıkışmış bir ‘anı’ ciyaklarcasına acı çekmeye devam eder. Bu cıyaklamanın tiz sesi zihinden gelir,  acısını da bedene ihale eder. Bu oluşan anı linçleşmesi, zihin açısından o denli zordur ki, dışardan bakılıyor veya izleniyor gibidir artık.

Semptom

Travmanın evrensel tepkilerine karşın, öznel başa çıkma yollarından anladığımız o ki, travmaların kendisiyle hemencecik başetmek zordur. Travmatik etkiler  çok semptomludur dolayısıyla çok sonuçludur da. Pek az sevimli sonucu vardır.

Burda travmatik olaylarının geniş bir kartelada ele almak gerekir, salt insan ve doğayla oluşan travmalar kadar, yanlış çocuk yetiştirme biçimi, ağır işçilik, uzun süreli mahpusluk, ihmal ve küçük küçük travmaların çığa dönüşmesi de eklenebilir. İlginçtir ki bu patogenez daha çok kadınlar, eşcinseller, dezavantajlı gruplarda toplanmaktadır. 

Travmatik şimşeğin eski ile yeniyi birbirinden koparışı en çok ‘şimdi’ ye ‘geleceğe’ mal olur. Şimşek zihin ve beden arasındaki  köprüleri yıkıp ‘an’ın doğasını taciz ettikçe  nereden geldiği belli olmayan acılar yaşanıyor, yaşanacak gibidir.  Geriye asma köprülerden yeni bağlantılar inşa etmek kalır. Travmatik etki ve yük  zihnin doğal ağlarına  mukavemetini uygulayıp sembolik bölgeleri parçalar ve ruhsallığı  işlev dışılığa zorlamaya çalışır. 

Bir travma veya ihmal,  anamızdan doğduğumuz güne  kadar  yakınsa  kimlik, nesne ilişkileri ve kendilik tasarımlarını o denli zedelemektedir.  Çocukluk ve bebeklik çağlarında  oluşan ihmaller, istismarlar veya doğrudan  travmaların kümülatifliği bugün ki alter kimliklerin oluşmasına yola açar. Bebek, tüm yaşamı programlamaya çalışırken ara bir kod/kodlar  ya da  bir parazit yaşam boyu bu serüvene eşlik eder..

Dissosyatif Alterler Şaşırtıcıdır

  Zihin, travmatik manyetizmanın anısıyla  çeşitli kimlikler (alterler) oluşturmuş gibi davranır. Bu bir adaptasyon ve savunma olarak başlar. Bunları daha çok iç sesler, iç diyaloglar şeklinde birbiriyle etkileşen(-meyen) alterlerler olarak görmek mümkündür.  Fransızca sırayla değişen veya  seçenek gibi anlamlara ek,  Latince de alter,  alternus ‘öbür, öteki, başka’ isimden türeyen bir fiil olarak türetilmiştir. Yine Nişanyan Sözlüğün ek açıklamasında Other ‘öbür, öteki’ Fransızca outre ‘öte’ gibi alter kökünden türeyen başka anlamlarını da işaret etmiştir. Yine al- kökü takip edilirse, alius başka,  albi ‘başka yerde’ alienus yabancı, İngilizceden else ’başka’ ile eş anlamlıdır. 

  Alterler,  nesne ilişkisinin bir yönünü taşıyan ‘iç ses’ kümecikleridir. Kişilik ve kimlik makro düzey tanımlarda kullanılmaktadır. Ruh sağlıkçıları  daha çok ‘alter kimlik’ kavramını kullanmaktadır. 

İhtiyac, icadın anasıdır.

   Travmatik yükü tek başına yaşayıp hayata da adapte olamayan zihin, acıları diğer bir zihnin taşıyacağı şekilde böler. Bu ayrışmışlık travmatik ağırlığın kefelere farklı oranlara bölüştürülmesi gibidir. Yaşanılan(yaşatılan) acı verici olayın anidenliği, aralığı, düzenliliği, başka olayların katılımı, yaşanılan yaş, yaşam kaynaklarına erişim  gibi durumlar alterlerin ne menem oluşacağını tayin eder.  Bu alana önemli bir mesai harcamış olan Prof. Medaim Yanık’ın  Bölünmüş Zihinler kitabında  Collin A. Ross’tan aktardığı şekliyle  ‘ İstismar edilmiş bir kız çocuğunun zihni ‘Bu bana olmadı ki’ fikrine inanıyor ve hayal gücü çalışmaya başlıyor. Bu hayal gücü öyle kuvvetli, öyle adaptif ve cazip bir başetme mekanizması ki, bir noktadan sonra istismar edilmiş çocuk kendisinin dissosiye olmuş yönlerini başka insanlar olarak algılamaya başlıyor.’

  Travmatik olayın özelliklerine bağlı olarak Prof. Erdinç Öztürk’ün  dissosiyatif kimlik bozukluğu olgularında  ev sahibi (host),  yardımcı, düşman, çocuk, gay/lezbiyen , haberci, istismarcı, lider/rehber/bilge, objektif/nötr, dönüşebilen, özel yeteneği olan, intihara eğilimli, depresif  ve güçlü kadın gibi on üç alter tanımlamıştır.  Travmatik yarığın veya yarıkların etrafında kümelenen bu alterlerin travmanın farklı izdüşümleri ile ilişkisi de epey zengindir. İçerde yapay zekanın oluşturduğu ve işlevlerin çeşitliliği bakımından ‘İhtiyaç, icadın annesidir’ dediğimiz yerden,  insan doğasının sonsuz hayal gücüne hayret etmemek mümkün değil. Sonsuz derece de yaralanma kadar, sonsuz derecede başaçıkma stratejilerimizin nasıl bir diyalektik içinde tek bedende yıllarca yaşayabileceği ilginç bir konudur. İcad, bedeni  ele geçirmeye başladıkça sorunlar başlar. 

  Bu kimlikler tıpkı dış dünyadaki gibi heyecanlı, dikkatli, hırçın, acı verici, neşeli ve korumacı olabilip,  bedeni ele geçirebilir.  İnsan doğasının ne denli karmaşık, zengin, yıkıcı , kötücül ve iyi güçleri icad etmeye müsait olduğu konusunda da şaşırmamak mümkün değildir. Alter veya alter oluşumları, biricik yönetime(host) ve iradenin hakim olduğu doğal tavra ciddi darbeler indirmektedir. Alterlerin birbirleriyle diyalogları, komünikasyonları, seslentileri ve gruplaşmaları olabilmektedir. Zaten travmadan doğan kontrol zorluğundan veryansın eden zihin bir de  karışıklıklarla uğraşmak zorunda kalır. Travmanın belirtilerinin dışarıdan görülmesi zor olduğuna dair genel kanının aksine alterler bedeni ele geçirmekte, yönetişimsel zeka mahiyetleri üzerinde ciddi ölçüde tahribat yaratmaktadır. 

Sabit bir doğası olmayan, kendi içinde dağınık ve kutuplu  yönetilen, ayrı ayrı  bir varlık olarak zihin;  totaliter bir şekilde acıyla, zorbalıkla ve keyfi yönetilebilmektedir.  Zaman zaman biz  uzmanların yetersizlikleri, iyi donanımlarla mezun olamayaşımız, eğitimde ‘sertifika fetişizmi’nin de dahil oluşuyla beraber insanlar yanlış tanılarının getirdiği acıyı yaşamakla baş başa bırakıyor olabiliriz. Zaten travmalarla uzmana kadar yol alabilen  tanı-zedeler’  bu sefer de farklı bir tanı-mamak-yla anlaşılmamaktadır.  Dissosiyatif kimlik bozukluğu, travmanın uç şeylerinden biri olarak karşımıza çıkmaktadır.  Bu ruhsal bozukluğun tanılanması sürecinin zorlukları insanlarca adil olmayan acıalar çekme sürecine yol açar. Doğru tanılandığı zaman  umut verici ve gelişmiş tedavilerle çalışmaları mevcuttur. 

    Tanılar

   Dissosiyatif Kimlik Bozukluğu tanısı alabilecek durumdayken alamayan kişiler  Borderline Kişilik Bozukluğu, Madde Kullanım Bozukluğu, Psikoz, Bipolar Bozukluk, Konversiyon Bozukluğu  ile karıştırılmakta ve yıllarca bu tanıdan muzdarip olabilmektedir.  Bu tanı gruplarının çoğu da  birer eş tanı olarak da geçmektedir

  Dissosiyatif Kimlik Bozukluğu (DKB) alanıyla çalışan uzmanlar bu konunun bir halk sorunu olarak ele alınmasını arzulamaktadırlar. Ruh sağlığı uzmanları içinde sorunlu bir alan olarak masada çözüm bekleyen konualardan biridir. Tanısından, ayırıcı tanısı ve tedavisine kadar uzmanlar daha fazla ilgisini hak eden bir alan olduğunu söylemek, elzemdir. Ülkemizde farklı araştırmalarla tahminen 1 milyon kişiyi etkileyebilecek bir yayılıma sahiptir. 



Serhat ÖZMEN

Bir Psikologun Yas Günleri-2015

Bir psikologun yas günleri (1) –  Serhat Özmen 10 Kasım 2015 13:27 Öfkelenmeyen, acımayan, ağlamayan psikolog olmak için ülken fazla hüzünlü...